sogbet islami sohbetler omegle tv türk sohbet cinsel sohbet dini chat
Mervenur Cihanbey
Köşe Yazarı
Mervenur Cihanbey
 

İHMAL, TEDBİR, SORUMLU (!)

İHMAL, TEDBİR, SORUMLU (!) “İhmal” , “kendi haline bırakma, boş verme, kendi haline bırakılmış (deve, vb.)” gibi anlamlara gelen Arapça kökenli bir kelimedir. Dilimizde de “görevi zamanında yapmamak, gereken ilgiyi göstermemek” anlamıyla varlığını sürdürür. Bu anlamıyla varlığını sürdürüyor olması artık içimizde derin bir şüphe. Bazen lügat böylesine yenik düşer… Yıllar yılı yazsa ve yazılsa da ve dahi yıllar yılı bağırsa da “ben buyum, anlamım bu!” diye, yaşanılanlar karşısında yenik düşer işte böylesine…  Böylesi ne mi?  İhmal anlamını gölgede bırakır oldu son zamanlarda. İhmal, Türkiye’de “bir yaşam biçimi” oldu. Birilerinin “kendi yaşamı” uğruna bir “başkalarının hayatını gözden çıkaran” bir yaşam biçimi oldu.  Bu yaşam biçimi; kayak tatilinde yanarak ölmenin, yağmurda elektrik akımına kapılarak ölmenin, yeni doğup yoğun bakımda ölmenin, kolonsuz binalarda enkazlar altında ölmenin adı oldu. Böylesine paradoks barındıran olayların adı oldu. Kelime, kelimeliğinden ve de anlamından utandı. Ama sebep olanlar ve bu acıyı yüreğinde taşıyamayanlar utanmadı! Heybelerini daha da fazla doldurmak uğruna, var olan keyiflerine daha da keyif katmak uğruna canları böylesine değersiz yaptılar bir bir…  Uygur Türkü olan küçük Sümeyye’nin koruyuculuğunu yapan Gültekin ailesini yaktı bu ihmal, Yanan kızının otopsi sonucunu beklerken kalp krizi geçiren babanın ciğerini yaktı yine bu ihmal, “Battaniye getirip tutun, bebeği atacağım.” diyerek feryat eden anneyi yaktı bu ihmal, Yanarak ölmektense atlayarak ölmeyi seçen canları yaktı bu ihmal,  Ve daha nicesini yakmıştı, yakıyor, yakacak bu ihmal… Ama Arapça kökenli kelime olan ihmal değil, Türkiye’de “yaşam biçimi” haline gelen o “ihmal” yakacak! “Tedbir” var bir de, yoksunluğu ihmali doğuran. Yine Arapça kökenli bir kelime olup  “(bir işin) arkasını düşünme, planlama, tasarlama” anlamına gelir. Dilimizde de “önlem, hazırlık” anlamını taşır üzerinde. Yalnızca lügatin sayfalarında kalmış ki; yoksunluğu her zerremizde sirayet gösterir olmuştur tedbir… İnsanlar uyurken alevler içinde bir alarmın çalmayışında hissettik bu yoksunluğu, Çalışmayan fıskiyelerin anlamsız varoluşlarında hissettik bu yoksunluğu, Yetişemeyişi saatlere varan itfaiyelerden bahsederken hissettik bu yoksunluğu, Bunların olmayışını bir çarşafa sığdırmaya çalışıp çaresizliği pencereden sarkmış bir şekilde görmede hissettik bu yoksunluğu… “Sadece lügatte var olmam yetmiyor, çıkarın beni o tozlu sayfalardan, yoksam yok oluşlara gebe olurum!” diye haykırıyor tedbir! Geride kalıp da bu acıyı yüreğimizde hissedenlerimiz de bağırıyoruz onunla. “Nerede tedbir?” ‘Sorumlu’lar var bir de, ihmalden de tedbirden de “sorumlu” olan sorumlular. “Üstlendiği ya da yaptığı işlerden dolayı gerektiğinde hesap vermek zorunda olan, sorumluluğu bulunan (kimse).” olan sorumlular… Biz tanımayız belki çünkü yoktur bizde öylesi olanları. “Hiç var olmayan kişi/ kişileri” nasıl tanımış olalım? Yapması gerekeni yapmayıp “kader” diyip geçene nasıl sorumlu diyelim? 76 canın naaşının bir morga yetemeyişine şahit olup da, nasıl sorumlular var diyelim?  Böylesine acı bir günde kirli oyunlarda yüzmeye çalışanlara nasıl sorumlular diyelim? Ülkemizde bir köprünün yapımında oluşan kazada can kaybı üzerine, oluşan kazanın bölümünde görev almış Japon bir mühendisin olay üzerine vicdan azabı çekip intihar etmesi ile buncası acıya sebep olmuş var olmayan kişileri nasıl denk tutup sorumlu diyelim?  Sorumlu işini bilen, işini yapamadığında bunu kabul edenken, böylesi sorumluları görmemiş gözlerimize dillerimiz nasıl şahitlik etsin?  Hayatımızda böylesine yoksun bir kelimenin anlamı karşısında nasıl yenilmeyelim?  İşte hayatımıza varlıkları ve de yoksunlukları ile böylesine ağır sirayet göstermiş üç kelime…  Bunların varlığı ve de yoksunluğu ile yandık, yanıyoruz! “Ateş düştüğü yeri yakar.” sözünün altında yanıyoruz! Hiçbir değeri olmayan canlarımızın günden güne yüzümüze çarptırılmasında yanıyoruz! “Kader” denilip de, irademizin yok sayılmasında yanıyoruz! Bir yanda can pazarı varken, diğer yanda keyiflerinden ödün vermeyen insanların umursamazlığında yanıyoruz! 24 saat çalışan AFAD ekiplerinden konaklamaları için ücret talep eden çürümüş insanlığın içinde yanıyoruz! Ve öylesine yanıyoruz ki; küllerimiz dahi tekrar tekrar kıvılcımlanıp nicesi yangına odun oluyor! Ve yanarken dahi yaşamak istiyoruz! Bu yaşamak ki; şairin deyişi ile: “Ben yaşamak istiyorum, Bir ağaç gibi,  Serile serpile, boylu boyumca. Karınca karınca değil ama.” MERVE NUR CİHANBEY
Ekleme Tarihi: 22 Ocak 2025 - Çarşamba

İHMAL, TEDBİR, SORUMLU (!)

İHMAL, TEDBİR, SORUMLU (!)
“İhmal” , “kendi haline bırakma, boş verme, kendi haline bırakılmış (deve, vb.)” gibi anlamlara gelen Arapça kökenli bir kelimedir. Dilimizde de “görevi zamanında yapmamak, gereken ilgiyi göstermemek” anlamıyla varlığını sürdürür. Bu anlamıyla varlığını sürdürüyor olması artık içimizde derin bir şüphe. Bazen lügat böylesine yenik düşer… Yıllar yılı yazsa ve yazılsa da ve dahi yıllar yılı bağırsa da “ben buyum, anlamım bu!” diye, yaşanılanlar karşısında yenik düşer işte böylesine… 
Böylesi ne mi? 
İhmal anlamını gölgede bırakır oldu son zamanlarda. İhmal, Türkiye’de “bir yaşam biçimi” oldu. Birilerinin “kendi yaşamı” uğruna bir “başkalarının hayatını gözden çıkaran” bir yaşam biçimi oldu. 
Bu yaşam biçimi;
kayak tatilinde yanarak ölmenin,
yağmurda elektrik akımına kapılarak ölmenin,
yeni doğup yoğun bakımda ölmenin,
kolonsuz binalarda enkazlar altında ölmenin adı oldu. Böylesine paradoks barındıran olayların adı oldu. Kelime, kelimeliğinden ve de anlamından utandı. Ama sebep olanlar ve bu acıyı yüreğinde taşıyamayanlar utanmadı! Heybelerini daha da fazla doldurmak uğruna, var olan keyiflerine daha da keyif katmak uğruna canları böylesine değersiz yaptılar bir bir… 
Uygur Türkü olan küçük Sümeyye’nin koruyuculuğunu yapan Gültekin ailesini yaktı bu ihmal,
Yanan kızının otopsi sonucunu beklerken kalp krizi geçiren babanın ciğerini yaktı yine bu ihmal,
“Battaniye getirip tutun, bebeği atacağım.” diyerek feryat eden anneyi yaktı bu ihmal,
Yanarak ölmektense atlayarak ölmeyi seçen canları yaktı bu ihmal, 
Ve daha nicesini yakmıştı, yakıyor, yakacak bu ihmal… Ama Arapça kökenli kelime olan ihmal değil, Türkiye’de “yaşam biçimi” haline gelen o “ihmal” yakacak!
“Tedbir” var bir de, yoksunluğu ihmali doğuran. Yine Arapça kökenli bir kelime olup  “(bir işin) arkasını düşünme, planlama, tasarlama” anlamına gelir. Dilimizde de “önlem, hazırlık” anlamını taşır üzerinde. Yalnızca lügatin sayfalarında kalmış ki; yoksunluğu her zerremizde sirayet gösterir olmuştur tedbir…
İnsanlar uyurken alevler içinde bir alarmın çalmayışında hissettik bu yoksunluğu,
Çalışmayan fıskiyelerin anlamsız varoluşlarında hissettik bu yoksunluğu,
Yetişemeyişi saatlere varan itfaiyelerden bahsederken hissettik bu yoksunluğu,
Bunların olmayışını bir çarşafa sığdırmaya çalışıp çaresizliği pencereden sarkmış bir şekilde görmede hissettik bu yoksunluğu…
“Sadece lügatte var olmam yetmiyor, çıkarın beni o tozlu sayfalardan, yoksam yok oluşlara gebe olurum!” diye haykırıyor tedbir! Geride kalıp da bu acıyı yüreğimizde hissedenlerimiz de bağırıyoruz onunla.
“Nerede tedbir?”
‘Sorumlu’lar var bir de, ihmalden de tedbirden de “sorumlu” olan sorumlular. “Üstlendiği ya da yaptığı işlerden dolayı gerektiğinde hesap vermek zorunda olan, sorumluluğu bulunan (kimse).” olan sorumlular… Biz tanımayız belki çünkü yoktur bizde öylesi olanları. “Hiç var olmayan kişi/ kişileri” nasıl tanımış olalım? Yapması gerekeni yapmayıp “kader” diyip geçene nasıl sorumlu diyelim?
76 canın naaşının bir morga yetemeyişine şahit olup da, nasıl sorumlular var diyelim? 
Böylesine acı bir günde kirli oyunlarda yüzmeye çalışanlara nasıl sorumlular diyelim?
Ülkemizde bir köprünün yapımında oluşan kazada can kaybı üzerine, oluşan kazanın bölümünde görev almış Japon bir mühendisin olay üzerine vicdan azabı çekip intihar etmesi ile buncası acıya sebep olmuş var olmayan kişileri nasıl denk tutup sorumlu diyelim? 
Sorumlu işini bilen, işini yapamadığında bunu kabul edenken, böylesi sorumluları görmemiş gözlerimize dillerimiz nasıl şahitlik etsin? 
Hayatımızda böylesine yoksun bir kelimenin anlamı karşısında nasıl yenilmeyelim? 
İşte hayatımıza varlıkları ve de yoksunlukları ile böylesine ağır sirayet göstermiş üç kelime… 
Bunların varlığı ve de yoksunluğu ile yandık, yanıyoruz!
“Ateş düştüğü yeri yakar.” sözünün altında yanıyoruz!
Hiçbir değeri olmayan canlarımızın günden güne yüzümüze çarptırılmasında yanıyoruz!
“Kader” denilip de, irademizin yok sayılmasında yanıyoruz!
Bir yanda can pazarı varken, diğer yanda keyiflerinden ödün vermeyen insanların umursamazlığında yanıyoruz!
24 saat çalışan AFAD ekiplerinden konaklamaları için ücret talep eden çürümüş insanlığın içinde yanıyoruz!
Ve öylesine yanıyoruz ki; küllerimiz dahi tekrar tekrar kıvılcımlanıp nicesi yangına odun oluyor!
Ve yanarken dahi yaşamak istiyoruz! Bu yaşamak ki; şairin deyişi ile:
“Ben yaşamak istiyorum,
Bir ağaç gibi, 
Serile serpile, boylu boyumca.
Karınca karınca değil ama.”


MERVE NUR CİHANBEY

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve gozdetv.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.