"Mayıs ayının sonlarındayız. Yağmur yağıyor aniden ama usul usul. "Açayım mı gençler pencereyi?" diyorum. Bir yandan sınava odaklanmaya çalışırlarken "Açın Hocam" diyorlar. "Mis gibi kokuyor değil mi?" diyorum. "Evet Hocam, ben de çok severim." diyor bir tanesi. Sonra bir diğeri "Hocam toz mu yağıyor? Off Hocam, annem toz yağınca bütün evi temizler." diye sitem ediyor. "Sevmeyen var mı bu kokuyu çocuklar?" diye soruyorum. Hep bir ağızdan "Hayır Hocam." diyorlar. "Hiç sevmeyeni görmedim bu kokuyu çocuklar. Belki de bizden bir parça ya toprak da, ondan çok seviyoruz. Özümüz ya, ondan geldik ya... Hem insan sevdiği, ait olduğu şeyin kokusunu bilir, sever, hep özler değil mi? Aslında buraya da ait değiliz, hep özümüzü arıyoruz belki de, özlüyoruz. Bu yüzden bu kadar güzel geliyordur kokusu belki de değil mi?" diye ekliyorum. Her birinin bakışında, bana hak verişlerini görüyorum. Çekiyoruz içimize o mis kokuyu... O an "Burada yağmurlar yağıyor ama Gazze'de... Burada toprak kokusu soluyoruz, ama Refah'ta..." demek istiyorum. Kıyamıyorum yine de, "o anın tadını çıkarsınlar, tertemiz çocuklar, hem ne suçları var ki?" diye soruyorum kendime. "Ama bilmeliler, anlamalılar, dün gece biz uyurken insanları diri diri yaktılar..." derken içimden, zil çalıyor... "
Günler, saatler, dakikalar böyle geçiyor hayatımızda.
Dünyanın, zamanın, insanın iki farklı yüzü var artık. "Artık" değil aslında, çok oldu. Üzerinden söyleyemeyişlerimiz, kıyamayışlarımız, zalime meyledişlerimiz, sükûtlarımız, umursamayışlarımız ve dahî kaybettiğimiz insanlığımız geçeli çok oldu.
Bizler üzerimize yağan yağmuru biliriz, bomba yağmasını değil.
Bizler toprağın yağmur ile ıslanınca yayılan o mis kokusunu biliriz, toprağın kan kokmasını değil.
Bizler "bu nasıl mevsim, yaz mı, kış mı, bahar mı...?" diye sorarak sitem etmesini biliriz, çocuğunun başı kopmuş ve yanmış babanın geçen o anda nasıl nefes alıp da verebildiğini bilmeyiz.
Bizler "bu acıyı öğrencimiz, çocuğumuz kaldıramaz, bahsetmeyeyeyim." diye düşünüp kıymamayı biliriz, yavrusuna bir yudum su verebilmek için kendinden geçen annenin kıyamayışını bilmeyiz.
Bizler daha nicesi çok şeyi bilmeyiz. Biliyoruz zannederiz ama bilmeyiz. İşte dünya, işte zaman ve işte insan. Her birinin farklı yüzleri.
Semûd kavmi hiç mi düşmüyor hatırımıza? Sâlih peygamberin mûcize gösterip kayanın içinden çıkardığı devenin hakkına göz diken ve ilâhî emre muhâlif olan 9 kişi iken, neden kavmin neredeyse tamamı helak edildi? Sükûta büründükleri için değil miydi? Bugün esir olan sadece Gazze, Filistin değil. Asıl esir olan bizleriz
"İmtihan dünyası" derken imtihanı sadece mazlum için aramamalı. Belki bu, asıl bizim imtihanımızdır. Dini, dili, ırkı yok bu yaşananların. Ama madem inanıyorsak, madem müslümansak neredeyiz? Biz bu tabiri olmayan yaşananların neresindeyiz? Bir avuç İsrail'e karşılık neredeyiz? "Kahrolsun İsrail" dedikçe kahroluyoruz.
Bir avucun öfkesi diri diri yakıyor canları!
Bizim öfkemizin soyu, haklılılığı yok mu?
Sadece böylesine bir öfke yetmez mi?
Soylu bir insan yetiştiremez olan bu çağda, bu yaşananlara karşı soylu bir haykırış çok mu zor?
Hangi dilde olursa olsun, karşılığı insan olabilmek olan "vicdan"ımız nerede?
Bugün katledişlerin, savaşın, kanın, acının, gözyaşının ve dahî bütün kötülüklerin adına "İsrail" deniliyor. Lügat tanımlamasa da, gözler görmese de, kulaklar duymasa da, kalpler irkilmese de...Yine de az kalıyor bu kelime karşıladıkları karşısında. Sadece "İsrail" deyip köşeye çekilenlerimiz var bir de. "Müslümanım" ve dahi "İnsanım" kimliğini kuşananlarımız, bu acılar yaşanırken film izlercesine susup teslim olanlar değil mi? İsrail zalimliğe teslim iken, sükûta teslim olan da bizleriz. Bu çığlıklar çocuğu yanmış bir babanın çığlıkları değil, bu çığlıklar susmuş ve kaybolmuş insanlığımızın çığlıkları!
"Ey İsrail..! " diye kurulan cümlelerden silkelenmek için beklememeli daha fazla. Bir yangın var önümüzde kadınların, çocukların ve nicesi masum insanların yandığı. Bizim "İnsan" yüklü bir davamız var ve dahî yoksa olmalı! Müslüman, Hristiyan, Musevi, Ateist demeden yüklemeli! Ürperten bu çağda insan oluşumuzla "İnsan" yüklü bu davayı sırtlanmalı. Ve bunun için de, Nuri Pakdil'in deyişi ile:
İHTİYACIMIZ OLAN ESASLI VE SOYLU BİR ÖFKE!
Zalim diri diri yakıp canları, buna "Trajik Hata" derken, bu bir avuç zalimi küle çevirecek öfkemiz nerede?
Duy dünya, bu çığlık senin çığlığın!
Duy dünya, bu yangın senin yangının!
Duy dünya, bu imtihan senin imtihanın!
Ve duy dünya, meyledişin ve sükûtun da senin zalime ortaklığın!