"Toz ve duman karışıyor sanki nefesime. "Acaba astım rahatsızlığım mı var?" diye soruyorum kendi kendime. Sonra bulunduğum durağın camlarına bakıyorum, camlar toza ve dumana teslim olmuş. "Camın da astımı olmaz ya..." diyorum. Belediye otobüsü geliyor, biniyorum. Depremde ağır hasar alan Dursun Çavuş camisinin önünden hareket ediyor otobüs, Adıyaman Üniversitesine kadar yolum var. Bugünlerde yaz geldi çoktan memleketimize, Nemrut'un karları da eridi zaten. Baharı pek yaşamayız biz bu dağı, taşı, toprağı güzel memleketimizde. Otobüste daha sıcak bir hava var. İnsanımız da eskisi gibi mutlu değil. Her yüzde başka bir hikâye, her bakışta başka bir hüzün. Bir amca: "Usta pencereleri kapatalım, toz, duman dolmuş içerisi." diyor. Sonra maskeli bir başka abla: "Sıcaktan nasıl duracağız pencere kapanırsa." diyor. Amca da haklı, ablamız da haklı. 15 ay geçmiş 6 Şubat'tan bu zamana. Hâlâ yıkımlar oluyor, toz var, duman var hatta asbest de vardır. Bir de dedim ya; baharı görmeyiz çok, yaz geldi, sıcaklar başladı. "Neden bitmedi ki şu toz, duman, asbest? 15 ay çok uzun bir zaman değil mi? Zaten çoğu zaman önlem alınmaksızın kontrolsüz yıkımlar gerçekleşti. Yıkıp, geçilmiyor mu? Neydi bu kadar uzayan ya da uzatılmaya mecbur bırakılan?" diye sorular sorup iniyorum otobüsten."
Hayatımın belki 10 belki de 15 dakikasından ufak bir kesit verdim. Zamana bazen rakam biçmek istemez insan. Çünkü rakamlar bazen o geçen zaman içerisindeki yaşanmışlığı tabir etme noktasında yetersizdir.
"15 ay" diyoruz. Neler oldu, neler geçti, neler değişti? Konutlar var yükselen "Yeni Adıyaman" diye tabiri yapılan İndere ve Örenli bölgesinde. Yerinde dönüşüm ile temeller atılıyor, bazı binalar yapılıyor Atatürk Bulvarı'nda. Evet, 6 Şubat'ta içimiz kan ağlaya ağlaya izlediğimiz Atatürk Bulvarı. Hâlâ yıkılıyor bazı binalar, hâlâ enkazlar doluyor, hâlâ toza, dumana ve asbeste teslim bulvar. Sadece bulvar değil, memleketimizin her köşesi, havası, suyu, toprağı teslim bu ciğerlerimize de dolan üç şeye. Değişen ve de ilaç olan her şeye vefamız var. Ama geçen bunca zamana karşılık değişmeyen ve dahi kötüleşen durumlara da üzülmemek elimizde değil. Dillerimiz geçen yaz, sıcaktan yakınmaya varmamıştı. Çünkü daha büyük acılarımız olmuştu ve içimizde yaşamaya devam ediyor. Bu yılın yazı geldi. Sıcakları belki de yine dile getirmeyeceğiz. Çünkü öncesinde tozdan, dumandan, asbestten yakınacağız belki de. Neden sadece bunları dile mi getiriyoruz? Önceden Nemrut'un etrafına sıralanmış dağları çıplak gözle görebilirdik. Şimdi göremez olduk havanın kirliliğinden. Ne zaman göreceğiz peki eskisi gibi? Türkülere konu olan yollarımızı, okullarından ayrı kalmış çocukların kalbini, depremle işini kaybetmiş bir babayı, ya da günden güne pahalılaşan hayat şartlarını ne zaman iyileşmiş olarak göreceğiz? Ya da ne zamana kadar soluyacağız bu zehirleyen havayı? Bir 15 ay daha geçecek mi? Geçerken kaç şey daha yitireceğiz? Suyu, taşı, toprağı, havası kirleniyor güzel memleketimizin.
Buncası geçen zamanda kontrolü, denetimi bir düzen içerisinde sağlamak neden bu kadar zor oldu?
Bilirkişiler değiliz, memleketimizi onca acımıza rağmen bırakmayıp yeniden güzel günleri görmek için burada olan vatandaşlarız. Kirli havanın ve de soruların içinde boğuluyoruz. Gündemimiz hâlâ 'deprem'. İyileşmeye, nefes alıp verirken boğulmamaya, Nemrut'u ve de sıralanmış dağlarımızı yeniden görebilmeye, tertemiz suyundan kana kana yeniden içmeye, sıcak havasına rağmen akşamında bir dem nefes alıp vermek için evlerimizden çıkmaya, konteyner kentlerde bu yaz da kalıp zorluklara göğüs germemeye ve daha çok nicesine ihtiyacımız var.
Ve de özetle; geçen bu 15 ayın içinden yine aynı şekilde geçmemeye ihtiyacımız var.
Yaşanan zorluklar bitmedikçe, düzelmedikçe her şey kontrol ve düzen içerisinde sağlanmadıkça her an 'deprem' olacak gündemimiz.
Tekrar tekrar hatırlatacağız. Çünkü unutulmuşluk ve de görmezden gelinmişlik hissediyoruz çaresizce.
Gerek atanmış yetkilileri, gerekse seçilmiş yetkilileri şifa olmuşsa teşekkürü borç bileceğiz. Ama aksi durumda, yerini belki de ağır kırgınlık alacak.
Vefalıdır insanımız; her acıya rağmen hâlâ burada, hâlâ çalışıyor, hâlâ iyileşmek ve iyileştirmek istiyor gücünün yettiğince. Nice hayallerine karşılık bırakmayıp bu yıkık ama güzel memleketimizde bir çiçek dahi olsa yeşertmek için kalan insanımız var bizim.
İşte bu insanımız hak etmez mi?
Ya da bu yıkık ama güzel memleketimiz hak etmez mi?
Neyi mi?
En güzelini ama her şeyin en güzelini...
Not: Bir sitemimizdi bu satırlar. Duyan olur, gören olur, okuyan olur ve en evvelinde bu memlekete ve bize şifa olur umuduyla.