Bu yazı;
Deprem sonrası geçici mekânlarda kalıcı bir yuva kurmaya çalışan,
Bir tencere yemeğin başında çocuklarına umut pişiren,
Penceresiz evlerde gökyüzünü hayal eden tüm kadınlara…
Ve onları anlamaya çalışan,
Desteğini esirgemeyen tüm yüreklere…
Bir teşekkür, bir dua, bir çağrıdır:
Allah kimseyi gördüğü günden geri koymasın.
Ama koyduysa, oradan kaldıracak güç;
Birlikten ve anlayıştan geçer.
Köşe yazısı yazmam istendiğinde ne yazmam beklendiğini biliyordum…
Eğitimdi, yönetimdi, liderlikti, siyasetti — elbette yerel yönetimlerdi…
Ama kalemim, en incinenin sesi olmak istedi.
Zincirin en güçlü halkasını, en çok ihmal edileni… Kadını yazmak istedi.
Ne cinsiyetçi bir söylemle, ne de yalnızca bir cinsin davasıyla.
Sadece duymayanlara duyurmak, görmeyenlere göstermek için.
Rahmetli ananemin dilinde hep aynı dua dolanırdı:
“Allah kimseyi gördüğü günden geri koymasın.”
Çocuk aklımla ne anlama geldiğini bilemezdim.
Ama şimdi biliyorum:
6 Şubat 2023!
O dua bir halkın yarasına denk geliyor.
Ve en açık, en kanayan yerde kadınlar var.
Peki, neydi Adıyamanlı kadının “gördüğü gün”?
Komşu ziyaretleri, günler, düğünler, taziyeler…
Diş hedikleri, kırk uçurtmalar, çeyiz dağıtmaları…
Gösterişli değildi yaşantıları;
Sıcak bir mutfak, misafire bir koltuk, başını koyacak bir yastık.
Ve en çok da bir evdi onların dünyası.
Ama o gün sadece evler yıkılmadı.
Sadece sevilenler toprağa verilmedi.
Hayatlar yerle bir oldu.
Ve kadınlar — en çok onlar — gördüğü günden geri kaldı.
Birbirine sarılacak bir oda kalmadı.
Omuz yaslayacak bir duvar bulunamadı.
Geride kalanlar için hayat, yeniden yeşerebileceği bir toprak dahi bulamadı.
Aradan neredeyse üç yıl geçti.
Binlerce kadın hâlâ o eski günlerin uzağında,
Bir konteynerin içinde ya da prefabrik bir yapının köşesinde
Hayat kurmaya çalışıyor.
İçlerinde en çaresiz olanlar kiracılar;
Bir başkasının evine hasret kalanlar.
Her gün ilanlara bakıyorum.
Kiralar dudak uçuklatıyor.
Bir evin kirası, neredeyse bir asgari ücret kadar.
Nasıl yapsınlar?
Nereye gitsinler?
O evleri yeniden nasıl kursunlar?
Konteyner kentlerde dolaşırken şahit oluyorum;
Mutfağını, mahremiyetini, komşusuna kahve sunmayı,
Odasında yalnız kalmayı özleyen kadınlara…
Birlikte ağlamayı, birlikte gülmeyi…
O eski “ev günlerini” arayan kadınlara.
Bu depremde en çok gördüğü günden geri kalan kadınlar oldu.
Ve inanın, çok şey istemediler.
Bir perde, bir halı, biraz sıcaklık…
Birlikte olabilecekleri bir mekân.
Adıyaman’a gelen yardım kuruluşlarına söyledim o zamanlar:
Şehrin dört yönüne — kuzeyine, güneyine, doğusuna, batısına — birer kadın evi yapalım.
Camında perde, yerinde halı, içinde mutfak olsun.
Kadınlarımız bir araya gelsin.
Yalnızlıklarını, yüklerini, hasretlerini, ümitlerini paylaşsın.
Anlatamadım belki sözle…
Şimdi yazayım dedim, belki kelimeler anlatabilir diye.
Evet, belki o ilk zamanlarda yapılmadı bu kadın evleri.
Belki iş işten geçti.
Ama hâlâ konteynerlerde yaşamaya mahkûm binlerce kadın var.
Ve içlerinde en çaresiz olanlar kiracılar.
Bir başkasının evine bile dönemeyenler…
Onlar için geç değil.
Ve onlar için hâlâ umut var.