“21.yüzyılın ve dahi çürümüş insanlık tarihinin en gerçek cümlesi nedir?”
Bu soruyu sadece akıl değil, insanı insan yapan vicdan duygusu da cevaplayabilme sorumluluğunu üstlenmeli.
1948’de, ailesi ile doğduğu topraklardan sürülen şairin bir dizesinde yaşıyor bu sorunun cevabı.
“…
Bu topraklarda yaşamak için sebepler var…” demişti şair.
Ama bugün o topraklar ki; en gerçek cümle ile inim inim inlemektedir…
Gazze’de bir imam hutbeye çıkar:
“Ey insanlar, ben açım, konuşacak gücüm yok, sizler de açsınız, dinleyecek gücünüz yok, namazı kılın.” diyerek minberden iner.
İşte bu yüzyılın ve çürümüş insanlık tarihinin en gerçek cümlesi budur.
Zamana ve de mekana göre değişmez gerçek olan. Dün inleyen o toprakta, yaşamanın sebepleri haykırılırken dizelerde, bugün de haykırılıyor dillerde. O toprağı inletirken bu haykırış, yanı başımızda basıp geçtiğimiz toprağı da inletiyor.
Zaman da mekan da böylesine sahiplenirken bu gerçeği, Gazze için yazmak, Gazze için sözler sarf etmek, Gazze için harekete geçmek nelere sebep olmasın ki?
İnsan değil miydi var olmak ve ruhuna vefasını göstermek için yok olmak adlı iki kapıdan geçen? Geçerken şerefli bir amaca bürünmektir yaşamayı anlamlandıran. Mazlumun, ezilenin yanında olmak yetmez mi bir şerefli amaç geride bırakmak için? Ve Gazze… Gazze en şerefli sahipleniş olmaz mı bunun için?
İnsanı insan yapan vicdandır demişken ve gerçeğin mekana göre değişmediğini bilirken, Gazze’yi yalnızca coğrafi bir alan olarak görmek insanlığın en zayıf acziyetlerinden biri olmaz mı? Bugün insanlık, bu toprakları ancak ve ancak vicdani bir alan olarak gördüğünde kurtulacaktır en zayıf acziyetinden. Zirâ konuşulan, yazılan her cümle böylece kurtarmayacak mıdır bugünün ve yarının insanlık onurunu?
Konuşulan, yazılan bir cümle ulaşınca mazlumun zalim tarafından bırakılan karanlığına, umut olur sabahı aydınlatan güneş misali… Dem terk etmeden bedeni konuşarak, Rahman eksiltmedikçe mürekkebi yazarak güneş olmalı mazluma… Hem fazlası geliyor mu elimizden, zalimin kuşattığı ve rengini soldurduğu şu dünyada çoğumuz için?
Bugünün vurdumduymazlığı yarının da vurdumduymazlığına mı gebe sanırız? Zalim parmaklarıyla bizleri de işaret ederken, tarihin bizi de bu zalimlerle baş başa bırakmayacağını kim söyleyebilir?
Buncası yazılanın ve konuşulanın, boşuna olup olmaması değildir mesele. İnsanlığımızın izzetini, vefa vakti gelene kadar sürdürebilme gayesidir asıl mesele.
Kendilerine “sâmidim” yani yerinden ayrılmayanlar diyerek işgale karşı direniş gösteren mazlum için yola çıkan ve Sumud filosu için yüreği titretmektir asıl mesele.
Soykırımcı İ*rail tarafından, yolda çocuğuyla yürüyen annenin başından vurulmasına, iki yüzlü dünyanın yaptığı gibi “Dur!” demekten aciz olmamaktır asıl mesele.
Yaşanılanlar için, açlık değil “aç bırakılmak” , fakirlik değil “ablukaya alınmak” , acizlik değil “zulme uğramak” diyerek lügati sancılar içinde bırakmamaktır asıl mesele.
“Ben hala 10. yaşımdayım. Ve dünyadaki diğer çocuklar gibi büyümek istiyorum.” diyerek sırtını dönmüş Hanzala’yı, gülümseyerek zafere dönmesi için umut etmektir asıl mesele.
Ve bizim topraklarımızdan bir şairin:
“Kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde…” dediği dizeye baş kaldırıp,
“KALMASIN BU SİLİNMEZ “YAŞAMAK SUÇU” ÜZERİMİZDE!” diyerek onurlu bir yaşam sürmektir asıl mesele…
Not: O yaşamak suçu ki; silgisi olmayan mürekkep ile yazılmıştır. Bu suçu üzerinde taşımamak için onurlu davalarından vazgeçmeyenlere ve o vazgeçmeyişlere diliyle, kalemiyle ve dahi her haliyle gönül vermişlere selam olsun…